ladesim lades olsun, türkiye çöl olmadan..

Thursday, April 27, 2017

şimdi şöyle başlıyordu hikaye; adam içeride, e tabi kadın da içeride, bir güzel müzik çalıyor içeride, piyanolu, reçel içeride kavanoz içeride, dokunmuyor kimse yemiyorlar, adam susuyor müziği sindirme derdinde belli ki, ama tamamen çıkarım yapıyorum belki de öyle değildir, kadın telefonu elinde hoppidi hoppidi birşeylere basıyor ve homurtulu, müzik bitiyor adam gözlerini kapıyor, kadın her ne yapıyorsa telefonunda onu yapmaya devam ediyor, kapı vuruluyor ikisinin çocukları olduğunu düşündüğüm 12-13 yaşlarında bir kız çocuğu içeri giriyor, babası ilgileniyor kızla yanıma gel gibisinden birşeyler diyor, anne halen telefonla meşgul, kız konuşurken yüzünün hali ağlamaklı oluyor, baba elini kızın omzuna koyuyor, kız ağzından kırmızı bir bülten çıkartıyor ve basın açıklaması yapıyor, anne elindeki telefonu bırakıp televizyonu açıyor, televizyonda baba ve kız var, yanlarında önlerinde köşe bucak polisler çevrelemiş ikisini de, konuşmuyorlar pasif direniyorlar (mış), anne ilgisiz televizyonu kapatıyor, sesli sesli güldüğünü görüyorum, ilk önce minik sesler çıkararak homurdanıyor, sonra sarsılmaya başlayarak katılıyor, kendinden geçiyor anne, o sırada baba ve kızı ağızdan çıkan bülteni taş kakmak suretiyle kapı çaprazında duran büfeye monte ediyorlar, 

ofiste sıradan birgün.

Tuesday, April 18, 2017

Ersen ve Dadaşlar aman tertip can tertip diyerek salondan içeri girdiler.

Ersen için annem "deli bu adam, deli raporu var, bak odanın duvarına çerçevelettim, astım" derdi.

Adamın deli olduğu bilgisi nedeniyle ürktüm ve çığlık atmaya BAŞLADIM. "ANNECİM ERSEN BANA TERTİP DİYOR!", dedim.

Annem hergün düzenli olarak gözleme yapan bütünlükçü bir Anadolu kadınıdır. Biz oğlumuzu sokakta bulmadık diyerek Ersen'i terapi odasına götürdü. Ersen odaya girerken bile "AMAN TERTİP CAN TERTİP" diye bağırıyordu.

Bir süre çıt çıkmadı odadan, o arada evimizin salonu muayenehaneye dönüştü ve odanın ortasındaki camlı dikdörtgen sehpanın üzerinden bir gezi dergisi alıp okumaya koyuldum. Derginin sonlarına doğru ERSEN ile ilgili bir yazı vardı. Son zamanlarda ORTA SINIF evleri ziyaret ettiği ve bir tür sinirsel bulaşıcı hastalığı yaymaya başladığına dair söylentiler olduğu yazılmıştı. Bunu okuyup dehşete düşmemle, kapının açılması bir anda oldu. Annemin sesini duydum. Bağıra bağıra BANDIRA BANDIRA YE BENİ'yi söyleyerek sokak kapısını açıp dışarı çıktı. ERSEN'i aradım evin içinde; sönmüş bir balon gibi pörsümüş, bir deri bir kemik kalmıştı. Benim biricik Anadolu kadını ANNEM Ersen'in ruhunu ömmüş, ne hallere getirmişti. Bu noktadan sonra içinde ERSEN'in ruhu bulunan annem hala ANNEM miydi? ANNEM bir ne idi?

Kafamda dehşetli sorularla ANNEM'i aramak için sokağa çıktım. Evin karşısındaki büfeye girdiğimde bakkaldaki iki ikişinin de SUAT SUNA olduğunu farkettim. İki adet SUAT SUNA,YONCA EVCİMİK'e dönüşen bir anne ve bir det pörsük DADAŞSIZ ERSEN. Sokağa çıktığımda başım dönmüş yığılmışım. Hastanede gözümü açtığımda Mafre genel sigortanın çalışanları bana sağlık sigortamla ilgili sorular soruyorlardı. 3 kişiydiler ve tamamı SERTAB ERENER'di.

a) seküler bir hayat bundan böyle mümkün mü?
b) Farklılıklarımızla değil benzerliklerimizle bir oydaşma olabilir mi?
c) ERSEN'e anne mi demeliyim?

etyen.

Tuesday, April 11, 2017

jack white - battle cry

Okçular imana gelmiş tepeye doğru koşar adım geldiler. Süvariler ve piyadeler iki yana geçip komutanlarının gelmesini beklediler. Her şey ilahi bir düzende gerçekleşiyordu. Son olarak komutan görkemli atının üzerinde bir Pelinbatu edasıyla (mağrur ve seküler) beliriverdi. Savaş meydanının tam ortasında kendisi için hazırlanmış klozete oturarak acı içinde sıçmaya başladı. Götaltı kamerasından olan biten/çıkan düşen ne varsa görünüyordu. Askerlerin hepsi bir koro düzeninde her düşen kaka için "ahahey ahahaey fransua" diye bağırıyorlardı. 

www.youtube.com/watch?v=uZGvKVfLo4o

etyen.