ladesim lades olsun, türkiye çöl olmadan..

Friday, September 29, 2006

arkadaşlarım..

blogcu arkadaşlarım var benim.. yanda linklerini gördüğünüz.. daha bir kaç tane daha blogcu ve samimi eş dost var, onları da burcu sayesinde linklettiricem. linklettirmek, oha falan mı oluyoruz, olmayayım.

bir işçi bir işi günde 8 saat it gibi çalışarak bitiremiyorsa, iki işçi aynı işi günde kaç saat daha fazla çalışmalıdır ki yine de bitiremesin ? ama bitirmesine az kalsın ? ülkede resesyon var, işleri yavaşlatıyorlar. günlük yevmiye alan işçi için zamana bağlı istihdam yaratılıyor. türk usulü cinliklerden biri.. bu yüzden yol çalışmaları ve belediyesel yapıp etmeler uzuyor, gibime geliyor.. yoksa şüphem mi var.

alışverişle aram iyi bu ay. tepeden tırnağa bu kışı çıkartabileceğim bir forma yaptırdım. ceketti, pantolondu, ayakkabıydı ve sivitşörttü derken, tamam ettik. ama çok masraf ittik, içimize oturmadı değil bu maaşla.

yalancı yalancı sana kimse inanmaz..
sabancı sabancı seninle kimse doyamaz..

allaha şükür tabi, buna da şükür. et bulma dünyası..

Thursday, September 28, 2006

blog yazma isteği uykudan uyandırıyor arkadaş..
blogla aramda uyum sorunu kalmasın diye pohpoh periliği yapıyorum, çaktırma.. birkaç blog sonra tam olarak hazır olurum. deivid gibi çakarım sonra. ben iyi topçudan anlarım hem.
bir kez daha blog kelimesi ile başlayan bir cümle kursaydım süresiz intihar ederdim, ya da böyle saçma bir şey.

futboldaki tempo düşürmeyi bugün hayata geçirdim. aslında zorundalıklar yüzünden "orada" olmak mecburiyetinde kaldığım her mekanda bu tempo düşürmeyi yapmışımdır, yapmıştırım. (evrim kulakların çınlasın..) bu şöyle oluyor;

volkan yeni tanıştığı insanlarla yemek yemiş, akabinde çay içmek için oturaklara yerleşmiştir. yeni insanlara ihtiyaç yok mudur, elbetteki vardır. ama bu bir miktar maliyet gerektiren iştir. maliye zorunlu şeyler kademesinden hayatımıza aktığına göre, sağına soluna bakan volkan etrafta zorunluluk gerektiren grift grikler görememiştir. ancak küçüklüğünden beri bir alışkanlık olarak taşıdığı mekanı terk etmeme prensibinden hareketle, yarı kırılarak yarı büzülerek, kah kendinden çıkarak kah kendi olarak o oturaklarda sabitlenmiş, yer yer de buharlaşmıştır, buharlaşmaktadır. muhabbetin seyri istanbulda ev fiyatları ile, ankaradaki sıkıntılı yaşam ve kanyondaki pahalı menüler arasında sefer halindeyken volkan bir anda dellenivermiştir. (bkz: dellenivermek) cebinden çıkardığı tükenmez kalemi yeni tanıştığı ukala dümbeleği henüz mezun boğaziçilinin böğrüne saplamaktadır. ulan bre densiz, yaşın kaç başın kaçtır, bu neyin bilmişliği neyin ukalalığıdır. bir sen biliyosun mına koyim ya diye diye saplarken kalemin mürekkeple halvet kanlı ucunu, aslında yine bir öğle arası kurgusal düş şöleninde olduğunun idrakine varmıştır. gong çalar, düşümün taraflarından ben uyanırım ve yeni alacağım üç şekerli çayın tüm şekerliğime rağmen acılığına sokmak isteyen bir kanguru gibi, ülkemin milli marşını okurum. bu hep böyledir. (bir kangurunun anavatanını göze alarak okuyunuz.)

Wednesday, September 27, 2006

bug/böcek

oyunun içine girdim. böcek oldum, adamın içindeki milyonlarca böcek yavrusundan biriydim ben de. sahneyi algılayış kalmadı, her yerimi geren müziğin içinde sahici bir aksiyon seyrettim bu akşam. harika oyunculuk, tempoyu düşürmeyen bir metin, iyi yönetmenlik, şahane sahne tasarımı. yeni tiyatro böyle olmalı, hatta ön elemeyle özgüven testini aşabilen seyirciler seyirci/oyuncu olabilmeli, kaleci/oyuncu açıklamasından hareketle.. (gülüşmeler, gülüşmeler..)

genelde üzüldüğüm ama bugünlerde pek umursamadığım bir şey var; günlerin hızla geçip gidiyor olması. bir yerlere yetişme isteğini nötr bir hal tavır ile bertaraf ettim sanırım. bir yerlere varmak hedef olmaktan çıkmış gibi, daha çok temas etmek için yanıma sokulan günlere selam çakıp, arkalarını sıvazlayarak yolcu etmek diyebilirim. yetişmenin gerek şart olduğu ağzını gözünü siktiğiminin istanbulunda, böyle bir amaçtan sapmanın yarattığı boşluğu "mind the gap" olarak sarsılarak fark ediyorum. etmez olayım mafiz. etmen olayım sana, yaarttığım etkiyle dilber olayım sana mafiz. mafiz bıyıklı, elleşmeyelim.

pideli köfte, türk kahvesi, sabancı muhallebisi, antep baklavası, yeni yıkanmış ariel kokulu iç çamaşırı, yazma isteği ve yüzde ikilik kısmımı sahnede bırakışımla özetli bir gün. süperli döperle girdiğimiz bir oyun sanki hayat, afşin tarafından seslendirilmiş yabancı bir gezegenden adlı şarkıda geçen liverpool'lu kızlarla iyi geceler, tatlı rüyalar..

Monday, September 25, 2006

ne yapıyorum ben

işte benim sonumda aynen böyle olacak. bir gece bir sürü evraka, dosyaya, tabloya gömülmüşken ve saatler mesai saatine yabancı bir vakitte takılıp kalmışken, o keskin soruyu kendime soracağım: "ne yapıyorum ben burada bu saatte ve ben neden ömrümü bunların arasında çürütüyorum? zorum ne benim?"

adam aynen böyle yapmış.. bir bankanın şube müdürü bu. çekmiş gitmiş. istifa etmiş. ticari bir bankanın, türkiye'nin en büyük şubelerinden birinde görevliyken. kafasını kredi dosyalarından kaldıramıyorken, haftanın belirli günlerinde hasbelkader 6 saat uyuyabiliyorken ve bazen de 3 saatlik uykuyla tekrar mesaiye başlıyorken..

bugün şahane bir cümle kurdu. "istifa ettikten sonra 1 ay boyunca banliyö trenlerine bindim, tren neerye kadar gidiyorsa yolculuk ettim gün boyu. insan yüzüne hasret kalmıştım, 1 ay boyunca sadece insanların yüzlerine baktım. dünyam şubemde çalışan 60 personelimin yüzleriyle sınırlıymış."

insan yüzüne hasret kalıp, 1 ay trenlerde dolaşmak.. kulağa ancak roman kahramanlarının cesaret edebileceği türden bir şeymiş gibi geliyor. kırk yaşınadn sonra gitar çalmayı ve ispanyolcayı öğrenmek. günde 7-8 saat çalışarak hem de. bozcaada'da taştan bir ev yaptırmak ve el yapımı şarap üretmek. roman kahramanı olmalı dedim bunları duyduğumda. adamın ilk cümleleriydi bunlar halbuyse, halbuyse adam ilk cümlesinden kaçın ve uzaklaşın diyordu. sizin yolunuzdan geçtim, aranızda roman kahramanı olabilecekler var diyordu. üstüme alınmış olabilirim. bir anti kahraman genetiği icabı.

kaçılacak ve gidilecek elbette, ama daha sonra. dayanabilinen son noktaya kadar buradayım. daha tahammüllü ve uyumlu bir adamım ben, biliyorum hem. benim sıkıntım bambaşka işler yapabilecek kadar cesaretimin eksikliği ve yeteneğimi kendime kanıtlayamamış olmak. daha var, bir süre daha gerek.

mali tahlil, pazartesi.

Wednesday, September 20, 2006

herkesin bir rengi var, ruhat'ın mengi'si var.

otobüsteyim.. hoop bi amca bindi, nasıl gri nasıl böyle muğlak.. gri bu amca, gri gri bakıyor bak.. sevsem mi sevmesem mi bilemedim.. geçelim, kafamı çevireyim..

otobüsteyim.. hoop yanıma bi kız oturdu, sarı turuncu benleri var sanki yüzünde, yuzunde.. can alıcı gıdıkları dizinde, dizindeee.. bu da böyle alternatif bir tip işte, taksim kadıköy eşrafından, hani şu üstüne kusmak istediklerimizden, adını söyleyemediklerimiz.. onlarda saydam misal, ali saydam da beyaz asçlıydı di mi, o mesela tüm beyazlığına ve tontonluğuna rağmen tam bir füme.. füme saydam..

ne kaldı kırmızı kaldı, burcum kırmızı.. kırmızı burcum benim.. ateş gibi böyle, şahane bir kırmızı elbisesi var, giyiyor deli ediyor beni.. kırmızı tonlarda bir makyaj ve kırmızımsı saçlar, ona kırmızı çok yakışıyor. kırmızılım sana yandı canım diyor, bu mevzuyu daha da avama dökmeden kısa kesiyorum. aviva hayat emeklilik.

ben maviyim bence, bazen yeşil.. huzura doğru koşmak istercesine maviyim ve yeşilim.. mavi yeşil bir alg olmalıyım.. akçakoca dinginliği olmalıyım.. mavi bir muammer olayım da, ben de otobüse bindiğimde bu adam mavi.. yeşille mavinin birleştiği bir dam desinler.. ben de her şey dahil 100 euro yarraam diyim, kaçsınlar.. uçakla seyahatlerde %10 indirim diyim, çocuklardan para almıyorum ama 8 yaşında azman azman çocuklarınızı getirmeyin diye ekliyim. turizm sektörünü baltalıyım maviyle yeşilin birleştiği ve bana bir şeyler dediği bu yerde..

(anıl da mavi yeşil lan bu arada..)

bu sahilde bu sahilde.. bekliyorum bu sahilde.

Wednesday, September 13, 2006

saydım kaç günüm aynı,
saydım kaç gecem aynı,
saydım kaç gün oldu..
bunların hepsi biribirinin aynı..

böyle demiş ünlü bir türk büyüğü.. bugüne dair müsait bir yerde düşünecek var, diyecek kadar önemli hadiseler var. hemen gündem maddelerine geçiyorum.

oturma planımız belirlendi.
yöneticim cure dinliyor, haneke seyrediyor, cnbc-e bakınıyor, jazz fesitvallerini kaçırmıyor.
ceket aldım. iyi para verdim. iyi oldu ama..
yeniden cm oynamaya karar verdim.

yeniden cm oynamaya karar vermek önemli bir dönemeç, şimdi bunu derhal gerçekleştiremem zaten, bilgisayarı oyun oynanır bir hale getirmek gerekiyor. yavaş yavaş..

her şeyin haricinde bugün türklerin define ararken ığdır kalesini yıkabildiklerini okudum ki bu gerçekten "türklüğümüzün ispatıdır"..
yarın için iddaa kuponu yapıcam, 200 ytl hedefliyorum.

buraya da böyle günlük gibi yazmak ağırıma gidiyor ama sanırım buraya yazmanın amacı buymuş, ne saçma..

Monday, September 11, 2006

senin için

senin için şöyle böyle diyolar.
senin için öyle böyle değil diyolar
senin için bi eğil de altını görelim diyolar
senin için lütfullah kayalar
senin için kurumuş, öylle diyolar
senin için ölmeye değmezmiş, doğru mu diyolar
senin için ne diyolar duysa da inanma
senin için kan, nefret, gözyaşı.. hepsi bir arada
senin için fırlattım bu füzeyi, sivilleri hedef aldım senin için..
senin için yağladığım yalan mı
senin için cami yıkılmış ama mihrap şahane diyolar
senin için mikropmuş ama dışın tajmahalmış diyolar
senin için ne diyolarsa inanıyorum. salağım.
senin için gümrük muhafaza müdürü diyolar
senin için sağ yanıma vursa da dönmez sol yanağım diyorum.
senin için ölmeye değer biliyorum
senin için değmezmiş bilemedim
senin için merkezkaç kuvvetiyle sarsılmakta beis görmez diyolar
senin için ne diyolardı valla aklımdaydı
senin için dağları delen ferhat bu işte, nası salak di mi?
senin için gömlekleri ütüledim, yıkadım. beyazlar şamda, renkliler beyrutta
senin için gazinoyu kapattım, seni de eve kapatıcam
senin için hindistandan bilişimci ve çinden son ütücü getirdim.
senin için parti düzenledim, genel sekreteri oldum, rahşan oldum.
senin için kontrgerilla eğitimi alıp dağa çıktım.
senin için benim için ne iyiyse o iyidir
senin için iyi olan benim için de iyi oalcak değildir.
senin için kimin için, için için..

katma değer vergisi

bence katma değer vergisi bundan böyle şöyle hesaplanadursun;

hayatta kişinin kendi yarattığı artı değer, katma değer, mutlak değerler üzerinden en çoğu yüzde 18'den başlamak üzere kesinti uygulansın. bunun kararını millet meclisi versin. meclis 70 milyon insanın katma değerinin peşinden koşsun, böylece yerinden oturarak para kazandığı iddaa edilen meclisteki vekillerinde nemenem kritik ve önemli bir iş çıakrdıklarına halk kani olsun. benim bugün elmayı soyarken, kabuğunu bir bütün hallinde soyuşuma misal akp ankara milletvekili sayın bilmem kim bilmem ne artı puan versin, o da olmadı cebinden çıkarıp para versin. takdir etsin beni, milletvekilinin görevi bu olsun arkadaşlar, milletçe farklılık yaratmalıyız. bir proje olmalıyız tüm türk milletince, bienal kafalıların memleketi olmalıyız.

milletvekili maaşlarına zam olunca da sesimizi çıkartacak ar ve hayadan bu sayede yoksun kalacağımızı düşünüyorum. yoksun sen aslında.

yenmek ve yengi üstüne

ben yencem lan çekil şöyle kenara

ilk evvela, benim öyle hırslarım yoktur.. hayata karşı duruşum " azıcık aşım kaygısız başım" mottoludur. mottoludur benim duruşum, öyle düsturmuş, ana fikirmiş bilmez.. avrupaidir yani..

siz böyle konuşan bir adamın düsürtlüğüne ne kadar inanırsınız? ben inanmam, hırsları yokmuş.. yaşamsal hırs? ba ba bababa.. o ne demek lan, mercimek çorbası? hı? o ne demek? hırslısın arkadaşım işte, ben yencemcilerdensin. yenemeyince derin bir of çekersin, içine dışına kesik kesik ve saykomanyak nefesler alıp verirsin. kafana takarsın hem, gece uykunda gelir seni bulur da, ananın kıçına kil çaldığı o meşhur ve meşum sopayla kovalarlar seni oyunun gözlemcileri.

ben hayatta yapmadığım hırsı, oyunlarda gösteriyorum.. böylece bir tarafımı doyururken hayatta karşılaştığım başarısızlıklarda daha az yıkıntı yaşıyorum..

oldu canım, gel taksim parkına da sana konsantre bir eğitim vereyim bankların üzerinde. umarım hoşuna gidecektir.

yalnız ben yencemci bendeniz için durum tam da böyle gibi (sayın emel sayının ayağı çizgideymiş.)

ben yencem üstüne kafamda türettiğim çok fazla erdemsel malumat var. yazacağım yeri geldiği gün hak ettiği şekilde, teşhirler dünyası bu dünya, salı pazarını kaldırmasınlar her ne kadar trafiğe engel oluyorsa da.

ve kış geldi sayın seyirciler.. fitilli yeşil ceketin mevsimi artık, yüzü değiştirilmiş mis gibi koltukların üstünde kahve içip, bir şeyler okuma mevisimi de ayrıca.. ya da moda'da sakin sakin oturup, acaip acaip çiftlerin ve içmek için arabaların içini tercih eden insanlardan kurtulma mevsimidir belki.. mantı yemek için de ideal, çalışmak ve okula gitmek için de.. kış güzel, kışla birlikte uykusunda uyanan canlı trafından ruhum da güzel, olacak veya..

nemrutlaşmaya mı başlıyorum diye kendi içimde bir kamuoyu araştırması yaptım. benliğimde yaşamlarını sürdüren adamlara, adamcıklara ve sanayi ve iş adamlarına sorular yönelttim, anketler hazırladım. şöyle ki;

1) sabahları sevisleri ile iş yerlerine giden insanlar kıas bir "günaydın"ın ardından selamı sabahı keserler, zrunlu oalrak bile göz göze gelseler kafalarını çevirirler. oralım bile olmazlar.
2) öyle kopuk bir ilişkidir ki bu, o göz göze geldiği adamı serviste değil de dışarıda herhangi bir yerde görse, her gün 2 saatini aynı zulüm taşıtının içinde geçiridği o adamı çıkartamaz, gözü bir yerden ısırır, çıkartamaz. çünkü tanışmamıştır, tanımamıştır kimseyi.. konuşmaz..
3) yine kazara, aynı birimde görev yaptığı bir arkadaşı kendi muhitine taşınsa ve serviste beraber gidip gelseler, gelip yanına oturmasına uyzu olur, iki kişilik yerde hem de servis boş iken tek kişi oturaramamasına illet olur, delirir.
4) hele ki bu yanına oturan kişi bir de konuşmaya başlamışsa suratı ekşir, "sus lan it" diyecek gibi olur, ama iş ortamı kurallarının iki yüzlülüğünden bir bok diyemez, her söylediği gündelik bilgiyi yine kulağına taktırdığı gündelik bir egzosla sağdan sola boşaltıverir, kesinlikle dinlemez..

işte böyle iletişim ağının süper dizel donanımlı olduğu bir çağda, ikili ilişkilerin en rahatlatan çarpan yönünde olabileceği servisler de müthiş kısır bir diyalog serisi yaşanır.

- oo mesaiye kalmamışsın
- erkencisin bu sabah eihikikii iihihi
- duydun mu nuri bey arkasına motor taktırmış.
- günaydın, iyi akşamlar, enseyi kapa, arkanı dön ve çık.. ?!

kişisel fikrim serviste konuşulmaz, duyulmaz, dinlenmez, dinlenilir.. uyunur serviste, uyunur be adam! seni mi dinliycem?!!%&

ps: servis beklemez, beklenir..

Saturday, September 09, 2006

unutmak

unutmakla alakalı bir şeyler yazasım geldi..
arkadaşımın bir arkadaşının başına gelen trajivahim, oldukça komik, pek sıradan, ruha su katışıklığıyla ph'ı arttıran, ee yeter olaya geell..

şimdi bu bayan, mutfak dolabının en bir üst tarafında duran tenceresini almak için, sandalye yardımıyla dolaba uzanıyor. elinde de bir poşetin içinde 1 kg kadar ciğer var. bayan inanılmaz unutkan, neredeyse amnezyak biri.. dolabın kapağını açıyor, iki eliyle rahatça kavramak için elindeki ciğer poşetini tencerenin içine bırakıyor.

alması biraz uzun sürüyor tencereyi; elini tencerenin içine kayıyor ve kocasına bağırmaya başlıyor. çabuk koş tencerenin içinde bişi var, hem de yumuşak.. ciyak ciyak bağırmakta kadın, tencerenin içindeki ciğeri unutmuş, deli mi ne aa

bu arada kadın odtü ielektronik mühendisiymiş, inanılmaz..

Friday, September 08, 2006

yeni bişiler..

1 buçuk senelik bir stresin ardından, sabahları kaymak rifreşliğinde uyanıyorum. yüzümde mutluluk dolu bir gülümseme, etrafıma nurlu ışıklar saçıyorum. atatürk müyüm, yoksa 2 saattir konuşuyorum ve bir kez bile atatürk demedim mi, ayrıca a'lar neden büyük değil, bilemiyorum. bizim saygımız şekilci değil deyip, 80 kuşağı dingil gençleri gibi bir bahane buldum şimdi.. kuskunç.. bunu da sözlükte gördüydüm.. adamın biri kusunç ya da kuskunç gibi bişi yazmıştı, ardından bütün kodamanlar yüklendiydi adama.. adamın biri işte.. benim gibi.

bir arkadaşımı diğer bi arkadaşıma burcuyla yapmak üzereyiz.. gayet heyeacnlıyım, ben gol olacağına dair derin inançlar taşıyorum. zira ikisi de mülayimin çnde gideni ve bayrak taşıyanı hatta mihenk taşlarıdırlar. güzel olacak hr şey.

burcum en büyük, burcum en şahane!